Her grev bir hak mücadelesidir. Hak tanımayan güçlüye karşı, örgütlü bir hak arayışıdır. Ama her grev “tarihi”dir diyemeyiz elbette. 13 Şubat’ta Türkiye yeni bir güne uyanırken, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), her haliyle eylemi “tarihi” kılan pek çok özelliği içinde barındıran Turkuvaz Medya grubuna bağlı işyerlerinde “Grev” başlattığını açıkladı. 29 yıl aradan sonra gelen “Sabah Gazetesi / ATV grevi”ne giden yolda sendikanın izlediği yasal süreç hayli uzun tabii. Sabah işvereni sendikanın hiç bir önerisine sıcak bakmayıp uzlaşmayınca, dünyanın her yanında ve her işkolunda olduğu gibi kaçınılmaz olarak greve gitmekten başka yol kalmıyor. Sabah tesislerinin kapısına yıllar sonra “Bu işyerinde Grev vardır” yazılı pankartları asan TGS, greve neden çıkmak zorunda olduklarını 13 Şubat tarihli açıklamasında şöyle duyurdu:
“Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) olarak, Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde, 59 maddelik teklifte ücret, sosyal yardım, kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı gibi parasal haklar ile gazetecilerin mesleki haklarını koruyan 37 maddeyle ilgili işverenin uzlaşmaz tutumu sonucu, ATV ile SABAH gazete ve dergi gruplarının bağlı olduğu TURKUVAZ işletmesinin İstanbul Balmumcu ve Sefaköy ile Ankara Balgat işyerlerinde grev başlattık…”
“BU İŞYERİNDE GREV VAR”
“GREV” pankartları asılı Sabah Gazetesi’nin kapısında konuşan, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Ercan İpekçi ise, şunları söylüyordu:
“Sözün bittiği yerdeyiz. Bugün grev başlıyor. Anlaşmak, bu işi masa başında çözmek istedik ama buna yanaşmadılar. Onun yerine klasik baskıcı işveren taktiklerini uygulamaya başladılar ve arkadaşlarımızı sendikadan istifa etmeye mecbur bıraktılar. Bu grev tarihi bir grev. Bugün Türk basınında tarihi bir gün yaşanıyor. En son grev, 12 Eylül 1980 sürecinde darbecilerin iradesiyle kaldırılmıştı. 29 yıl aradan sonra Türk basını bir kez daha grevle tanışıyor. Bu tarihi gün hepimize hayırlı olsun…”
Sabah grevi her şeyiyle, her yanıyla ilginç ve hakikaten tarihi bir grev. Bir kere, 10 basın emekçisi greve katılıyor. Her ne kadar “Grev gözcüsü” önlükleri giymişlerse de, merkez binada ve grubun diğer işletmelerinde üretimin durması için müdahalede bulunamıyorlar. Türkiye ve hatta dünya kamuoyu bu ilginç grevi göz ucuyla da olsa izliyor. Gel gör ki, Türkiye’nin en eğitimli, ama en örgütsüz kesimini oluşturan basın emekçileri, gazeteciler de kendi meslektaşlarının giriştikleri “tarihi” anlam taşıyan bu grevi “göz ucuyla” izlemekle yetiniyorlar. Her konuda görüş açıklayan köşe yazarları, bu konuda adeta aralarında gizli bir protokol varmış gibi, “sessizliklerini” koruyorlar… Sabah çalışanları sendikaya üye oluyorlar. Bu kesim sessiz. Toplu Sözleşme masasına oturuyorlar. Sessizler. Greve çıkıyorlar. Sessizler. Sonunda grevci basın emekçileri, bir avuç gazeteci “gazeteciliğin”, gazetecilerin onurunu kurtarmak istercesine sokağa çıkıyorlar. Ellerinde meşaleleri, karanlığı aydınlatan fenerleri ve sessizliği, suskunluğu delen “Direne, direne kazanacağız!” haykırışları ile Cumartesi günü İstiklal caddesini ışıtıyorlar. Adeta, tarihe not düşüyorlar. Ama bu kesim yine sessiz. Gazeteler suskun, kameralar yok…
Demokrasi, basın özgürlüğü, hak mücadelesi, hukuk gibi, yaşamsal talepleri yükseltmek, kendisi ve meslektaşları “örgütsüz”, dağınık, “perişan” haldeki medyanın yapabileceği bir şey gibi görünmüyor, söylemler şimdi daha da havada kalıyor.
* * *
“Kimimiz sivildi, kimimiz asker, kimimiz kentliydi, kimimiz rençper, kimimiz Kürt’tü, kimimiz Çerkez, başı örtülümüz de var, mini eteklimiz de. Sağda olanımız da var, solda olanımız da. Hangi tarafımızdan vaz geçelim?..”
Sendikaya üye oldu diye gazeteciyi tehdit etmek, sendikadan istifaya zorlamak, her türlü baskıyı göğüsleyip, tarihi bir eyleme imza atarak greve çıkanları ise işten çıkarmak… Ardından da, toplumdaki çok renkliliğe, çok sesliliğe, farklılıklara saygıya vurgu yapan bir reklamı peş peşe televizyonlarda yayınlayarak “imaj” düzeltmeye çalışmak… Size hiç inandırıcı geliyor mu?..
ATV/Sabah çalışanı grevci basın emekçileri, gazeteciler haklarını alana dek her Cumartesi saat:18.00’de, Taksim’den, Galatasaray Lisesi önüne dek yürümeye devam edecekler. Tabii, Turkuvaz işvereni de “hangi tarafımızdan vaz geçelim” diye televizyonlardaki reklamlarını sürdürecek.
Öte yandan, hangi meslek ve siyasi eğilimden olurlarsa olsunlar, vicdanlarının sesini dinleyenler ise, Cumartesi günleri basın emekçilerinin karanlığı delen haykırışları ve meşaleleriyle aydınlattıkları İstiklal caddesinde olacaklar…
Yalçın Ergündoğan
Her grev bir hak mücadelesidir. Hak tanımayan güçlüye karşı, örgütlü bir hak arayışıdır. Ama her grev “tarihi”dir diyemeyiz elbette. 13 Şubat’ta Türkiye yeni bir güne uyanırken, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), her haliyle eylemi “tarihi” kılan pek çok özelliği içinde barındıran Turkuvaz Medya grubuna bağlı işyerlerinde “Grev” başlattığını açıkladı. 29 yıl aradan sonra gelen “Sabah Gazetesi / ATV grevi”ne giden yolda sendikanın izlediği yasal süreç hayli uzun tabii. Sabah işvereni sendikanın hiç bir önerisine sıcak bakmayıp uzlaşmayınca, dünyanın her yanında ve her işkolunda olduğu gibi kaçınılmaz olarak greve gitmekten başka yol kalmıyor. Sabah tesislerinin kapısına yıllar sonra “Bu işyerinde Grev vardır” yazılı pankartları asan TGS, greve neden çıkmak zorunda olduklarını 13 Şubat tarihli açıklamasında şöyle duyurdu:
“Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) olarak, Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde, 59 maddelik teklifte ücret, sosyal yardım, kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı gibi parasal haklar ile gazetecilerin mesleki haklarını koruyan 37 maddeyle ilgili işverenin uzlaşmaz tutumu sonucu, ATV ile SABAH gazete ve dergi gruplarının bağlı olduğu TURKUVAZ işletmesinin İstanbul Balmumcu ve Sefaköy ile Ankara Balgat işyerlerinde grev başlattık…”
“BU İŞYERİNDE GREV VAR”
“GREV” pankartları asılı Sabah Gazetesi’nin kapısında konuşan, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Ercan İpekçi ise, şunları söylüyordu:
“Sözün bittiği yerdeyiz. Bugün grev başlıyor. Anlaşmak, bu işi masa başında çözmek istedik ama buna yanaşmadılar. Onun yerine klasik baskıcı işveren taktiklerini uygulamaya başladılar ve arkadaşlarımızı sendikadan istifa etmeye mecbur bıraktılar. Bu grev tarihi bir grev. Bugün Türk basınında tarihi bir gün yaşanıyor. En son grev, 12 Eylül 1980 sürecinde darbecilerin iradesiyle kaldırılmıştı. 29 yıl aradan sonra Türk basını bir kez daha grevle tanışıyor. Bu tarihi gün hepimize hayırlı olsun…”
Sabah grevi her şeyiyle, her yanıyla ilginç ve hakikaten tarihi bir grev. Bir kere, 10 basın emekçisi greve katılıyor. Her ne kadar “Grev gözcüsü” önlükleri giymişlerse de, merkez binada ve grubun diğer işletmelerinde üretimin durması için müdahalede bulunamıyorlar. Türkiye ve hatta dünya kamuoyu bu ilginç grevi göz ucuyla da olsa izliyor. Gel gör ki, Türkiye’nin en eğitimli, ama en örgütsüz kesimini oluşturan basın emekçileri, gazeteciler de kendi meslektaşlarının giriştikleri “tarihi” anlam taşıyan bu grevi “göz ucuyla” izlemekle yetiniyorlar. Her konuda görüş açıklayan köşe yazarları, bu konuda adeta aralarında gizli bir protokol varmış gibi, “sessizliklerini” koruyorlar… Sabah çalışanları sendikaya üye oluyorlar. Bu kesim sessiz. Toplu Sözleşme masasına oturuyorlar. Sessizler. Greve çıkıyorlar. Sessizler. Sonunda grevci basın emekçileri, bir avuç gazeteci “gazeteciliğin”, gazetecilerin onurunu kurtarmak istercesine sokağa çıkıyorlar. Ellerinde meşaleleri, karanlığı aydınlatan fenerleri ve sessizliği, suskunluğu delen “Direne, direne kazanacağız!” haykırışları ile Cumartesi günü İstiklal caddesini ışıtıyorlar. Adeta, tarihe not düşüyorlar. Ama bu kesim yine sessiz. Gazeteler suskun, kameralar yok…
Demokrasi, basın özgürlüğü, hak mücadelesi, hukuk gibi, yaşamsal talepleri yükseltmek, kendisi ve meslektaşları “örgütsüz”, dağınık, “perişan” haldeki medyanın yapabileceği bir şey gibi görünmüyor, söylemler şimdi daha da havada kalıyor.
* * *
“Kimimiz sivildi, kimimiz asker, kimimiz kentliydi, kimimiz rençper, kimimiz Kürt’tü, kimimiz Çerkez, başı örtülümüz de var, mini eteklimiz de. Sağda olanımız da var, solda olanımız da. Hangi tarafımızdan vaz geçelim?..”
Sendikaya üye oldu diye gazeteciyi tehdit etmek, sendikadan istifaya zorlamak, her türlü baskıyı göğüsleyip, tarihi bir eyleme imza atarak greve çıkanları ise işten çıkarmak… Ardından da, toplumdaki çok renkliliğe, çok sesliliğe, farklılıklara saygıya vurgu yapan bir reklamı peş peşe televizyonlarda yayınlayarak “imaj” düzeltmeye çalışmak… Size hiç inandırıcı geliyor mu?..
ATV/Sabah çalışanı grevci basın emekçileri, gazeteciler haklarını alana dek her Cumartesi saat:18.00’de, Taksim’den, Galatasaray Lisesi önüne dek yürümeye devam edecekler. Tabii, Turkuvaz işvereni de “hangi tarafımızdan vaz geçelim” diye televizyonlardaki reklamlarını sürdürecek.
Öte yandan, hangi meslek ve siyasi eğilimden olurlarsa olsunlar, vicdanlarının sesini dinleyenler ise, Cumartesi günleri basın emekçilerinin karanlığı delen haykırışları ve meşaleleriyle aydınlattıkları İstiklal caddesinde olacaklar…
www.sesonline.net