Son dönemde kadın gazetecilere yönelik şiddet söylemleri arşa çıkmış durumda. Basın ve medya alanında iktidarın getirdiği dönüşüm, kadınları hem haber alan hem de habercilik yapanlar açısından şiddete mahkûm eder nitelikte.
Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy’un kanaldaki kadın çalışanlara dönük taciz ve yıldırma hamleleri, son süreçte uyuşturucu operasyonlarına ilişkin, özellikle sosyal medyada paylaşılan çeşitli konuşma metinlerinde kadınlara dönük aşağılayıcı ifadelerin yer alması ya da bu tarz paylaşımların “kadınlar” ön plana çıkartılarak yapılması gibi birçok örnek, medyada kadınların ele alınış biçiminin ülkenin genelinde örgütlenen şiddet ve eşitsizlikten bağımsız olmadığını gösteriyor.
Son dönemde ise sosyal medyada Gözde Şeker’in Leyla Zana’ya yöneltilen saldırılara karşı Ümit Özdağ’ı eleştirmesi gerekçe gösterilerek cinsiyetçi hakaretler ve tehditlerin milliyetçi siyasi aktörler eliyle gerçekleştirilmesi ve özendirilmesi, Şeker’e yönelik itibarsızlaştırma hamleleri kadınların medya sektöründe ne kadar kolay hedef alındığını bir kez daha gösterdi.
Gözde Şeker yalnız değildir; onu hedef alanlara karşı dayanışma büyütülmelidir. Irkçılığa karşı çıkan, gazetecilik vicdanını savunan herkesle birlikte Gözde Şeker’in yanındayız.
Gazetecilik, iktidara ya da popülist figürlere göre değil, vicdanla ve etik sorumlulukla yapılan bir meslektir. Irkçılığa, cinsiyetçiliğe ve nefret söylemine karşı söz söylemek suç değil, aksine kamusal bir sorumluluktur. Gözde Şeker’in yaptığı tam da budur: Nefretin normalleştirilmesine karşı durmak.
Bir kadın gazetecinin bu duruşu nedeniyle linç edilmesi, susturulmaya çalışılması tesadüf değildir. Bu saldırılar, kadınların ve muhalif seslerin kamusal alandan dışlanma çabasının bir parçasıdır. Leyla Zana’yı hedef alan ırkçı sloganlar kadar, buna göz yuman ve destek veren tutumlar da sorumludur. Bu nedenle mesele yalnızca bir gazetecinin hedef gösterilmesi değil, nefret siyasetinin meşrulaştırılmasıdır.
Şeker’e yöneltilen saldırılar tesadüf olmadığı kadar münferit de değildir; güvencesiz istihdamın, erkek egemenliğinin, cezasızlığın ve antidemokratik uygulamaların norm haline getirilmeye çalışıldığı bir dönemin birleştiği bir zeminde kadın medya emekçilerinin, gazetecilerin “kolay harcanabilir” görülmesinin sonucudur.
İşten çıkarılma tehdidi, mesleki itibara yönelik saldırılar ve dijital şiddet, kadınların gazetecilik yapma ve medya alanında çalışma ve var olma koşullarını doğrudan belirleyen baskı araçlarına dönüşmüştür.
Bizler böyle bir düzeni kabul etmiyoruz. Basın özgürlüğü, kadınların eşit, güvenceli ve şiddetten uzak çalışma koşulları sağlanmadan mümkün değildir. Kadın gazetecilere yönelik her türlü saldırının karşısında duruyor; sorumluları hesap vermeye, medya kurumlarını ve yetkilileri bu eşitsizliğe son verecek somut adımlar atmaya çağırıyoruz.
TGS Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu







