Birleşmiş Milletler’in daha özgür ve bağımsız bir basın için 1993 yılında ilan ettiği 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü günü bugün ülkemizde her zamankinden daha kritik bir süreçte kutlanıyor. Gazetecilere ve medyaya yönelik baskılar her geçen gün artarken bugünkü tablo basın özgürlüğünde Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar geri gittiğimizi gösteriyor. Hükümetin medyaya yönelik baskıları son dönemde öyle boyutlara ulaştı ki gazeteciler adliyeleri adeta mesken haline getirmek zorunda kaldı. İktidar çizgisinde olmayan tüm yayın organları soruşturmalara hedef oldu, oluyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler’in 2018 yılı Basın Özgürlüğü endeksinde Türkiye’nin bir önceki yıla göre iki basamak gerileyerek 180 ülke arasında 157’nci sırada yer aldığını düşünecek olursak tablonun vehameti daha iyi anlaşılacaktır.
Bununla birlikte medyadaki tek tipleşme de en az baskı ve sansür kadar ifade özgürlüğünü tehdit etmektedir. Doğan Grubu’nun hükümete yakınlığı ile bilinen Demirören Grubu’na satılması medyadaki tektipleşmenin doruk noktasına ulaşması anlamına gelmektedir. İktidara yakın sermaye temsilcilerinin gazetelerin yayın politikalarını bu doğrultuda değiştirdiği bilinirken söz konusu satış sonrası medyanın neredeyse yüzde 90’ının hükümete yakın çizgiye kayma ihtimali hepimizi korkutmaktadır.
Bu karanlık tablo karşısında elbette çaresiz değiliz. Gerçekler her dönem iktidarı elinde bulunduran kesimleri tedirgin etmiştir. Bu baskılardan çıkışın yegane yolu bir araya gelmektir. Yan yana gelen, omuz omuza veren gazetecilerin gerçekleri iktidarların, patronların baskılarından daha güçlüdür. Türkiye Gazeteciler Sendikası olarak özgür ve bağımsız bir medyanın yolunun sendikalı çalışma düzeninden geçtiğini bir kez daha ifade ediyoruz.
Muasır medeniyet seviyesine erişmenin yolu baskıcı ve otoriter yöntemlere boyun eğmekten değil, özgür ve eşit bir medya ortamını kurmaktan geçer.